İbadetler, inanç esaslarından sonra dinin ikinci önemli halkasını oluşturur. İnanç, ibadetlerle davranışa dönüşür. Bu nedenle inanan insandan ibadet etmesi ve yararlı işler (salih amel) yapması beklenir. Kişi ibadet yapmazsa, güzel davranış sergilemezse imandan çıkmaz; ama imanın olgunluğunu kaybetmiş, onu zayıflatmış olur. Dalları budanıp yok edilen bir ağaç yine ağaçtır, ama güzelliğini kaybetmiş bir ağaçtır. Bu durumuyla günün birinde kuruyabilir. İşte amelsiz imanın durumu da böyledir. İnanan bir kimse ibadetleri ihmal ederse Allah’a ve Peygambere olan bağlılığı yavaş yavaş azalabilir. Bundan dolayı ibadetler ve güzel davranışlar kişinin imanını güçlendirir ve korur.
İbadet, Allah’a olan inancı pekiştirir, güzel davranışların artmasına vesile olur, kötülüklerden arındırır ve böylece kişinin ahlakını güzelleştirir. Bir de her kim ibadetleri yaparak onları korursa Allah da o ibadetler sayesinde kullarını korur. Mesela Mü’minun suresinin 9. Ayetinde “Ve onlar ki, namazlarına devam ederler (namazlarını korurlar ve namaz da onları korur)” buyrularak ibadetlerin bu işlevine dikkat çekilmiştir.
Hemen hemen bütün ibadetlerde, o ibadeti yapanla ibadet arasında karşılıklı koruma esasına dayalı bir etkileşim söz konudur. Örneğin namazını itina ile kılan kişi namazını koruduğu gibi namaz da o kişinin imanını muhafaza eder, onu kötü davranışlardan korur ve günah işlemekten uzak tutar. Kur’an-ı Kerim’de bu hususa şöyle işaret edilir: “(Resulüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 29/45)
“Artma, çoğalma, arınma ve bereket” anlamlarına gelen zekâtı veren kişi hem Allah’ın emrini yerine getirir hem de başta cimrilik olmak üzere birçok kötü huy ve alışkanlıklardan uzaklaşır. Çünkü yardım etmek, biriktirme hırsını ve bencilliği yok eder. Malını başkalarının haklarından temizler. Zira “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zariyât, 51/19) ayetinde zenginin malında fakir ve ihtiyaç sahiplerinin hakkı bulunduğu vurgulamaktadır. Diğer taraftan zekât veren kişinin her ne kadar görünürde malında bir eksilme söz konusu olsa da gerçekte zekâtla bereketlenen mal artmaktadır. Böylece kişi zekâtı vermekle onu koruduğu gibi zekât da kişinin malını korumaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu hadis-i şerifi bu hakikati ifade etmektedir: “Mallarınızı zekât vererek muhafaza altına alınız…” (Kütüb-i Sitte, C 7, s. 322)
Oruç da böyledir. Zira “…Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun…” (Bakara, 2/185) emrine uyarak oruç tutan her Müslüman, aslında “Ey oruç tut beni” temennisiyle orucun kendisini korumasını ister. Böylece bu niyetle tutularak muhafaza edilen her oruç, kötü ve çirkin söz ve davranışlardan korur, hareket ve davranışları kontrol altına almaya katkıda bulunur. Nitekim Peygamberimiz (a.s) “Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz, oruçlu olduğu bir günde kötü söz söylemesin, kavga etmesin. Ona birisi kötü söz söylerse, ‘Ben oruçluyum’ desin.” (Buharî, Savm, 9) buyurur. Oruçlu, kendisine fena söz söyleyen ve kavga etmek isteyenlerin bu davranışlarına karşılık “ben oruçluyum” diyerek nefsine hâkim olur. Ayrıca kendisini kötülüklerin içine çekmek isteyenlere de uymaz. Böylece oruç, bir kalkan gibi kişiyi kötülüklerden korur.
Dünya hayatında müminleri kötülükten, çirkinlikten ve ahlaksızlıklardan koruyan ibadetler, ahirette de cehennem ateşine kalkan olurlar. Böyle sırf Allah rızası için samimiyetle eda edilen ibadetlerin kazandırdığı bu güzellikler sayesinde mümin kendini Allah’a daha yakın hisseder ve onunla sağlam bir iletişim kurar. Onun rahmetine sığınır, ümitsizlikten kurtulur ve huzura kavuşur. Çünkü “... Kalpler ancak Allah’ı anmakla (ibadetlerle) huzura kavuşur.” (Ra’d, 13/28).