Yüce Allah, dünya hayatının mahiyeti anlatmak için Yunus Suresi 24. ayette şöyle bir resim koyar insanoğlunun gözünün önüne. Gökten yağmur yağar ve bu yağmur sayesinde insanların ve hayvanların yediği türlü türlü bitki biter toprakta, bolluk ve bereketten adeta bu bitkiler birbirlerine dolanırlar. Sanki yeryüzü tüm takıları ve ziynetlerini takınmış güzel bir kadın gibi o rengarenk bitkileriyle süslenmiştir. Bu manzarayı gören insanlar bütün bu güzellikleri ebedi zannederler, kendilerinin de onlara mâlik olduğunu, her şeyin emirlerine âmâde olduğunu düşünürler. İşte tam da bu sırada gece veya gündüz Allah’ın emri gelir, yani bir âfet, musibet ortaya çıkıverir ve her şeyi talan eder. Öyle ki bir gün öncesinin o şenlikli havasından eser yoktur artık. İşte dünya hayatının insanı cezbeden ve kendisinin sahibi olduğu zannına sevkeden o tüm güzellikleri ebedi değildir, ölüm âfetiyle bir anda yok oluverir, sanki hiç olmamış gibi. Tıpkı rüya gibidir. Rüyanızda ne görürseniz görün uyandığınızda yoktur, sizi endişelendiren, korkutan veya neşelendiren, sevindiren şeyler uyanmanızla kaybolur.
Her ne kadar aldatıcılığı benzemekteyse de rüyadan farklıdır dünya hayatı. Gerçektir ve ahiretteki yaşam bu dünyadaki yapıp etmelerimizle belirlenir. Hani derler ya ‘Cehennemde ateş yok herkes odununu buradan götürür oraya, burada işlediği günahlarla’. Peki nasıl bir bilinç içerisinde olmalıyız bu dünyada. Bunu bilindik bir hikayeyle anlatalım.
Bir genç hayatın anlamını keşfetmek ister. Derler ki falanca yerde bilge bir kral var, ona git, o sana aradığın cevabı verecektir. Genç yola çıkar ve bilge kralı bulur, ‘bana hayatın anlamını öğret’ der. Kral ‘peki’ der, eline bir kaşık verir, içine de iki damla yağ koyar ve ‘al bu kaşığı eline ve gez sarayımın her yerini. Ama sakın kaşıktaki yağı dökme’ diye tenbih eder. Genç, sarayı dolaşır ve gelir kralın yanına. Kral ‘gördün mü sarayımın duvarlarındaki süslemeleri, resimleri, çinileri’, genç ‘hayır’ der; ‘peki bahçemi gördün mü, o çeşit çeşit çiçekleri, onları özel olarak getirdim ve bahçıvanım itinayla yetiştirdi’, genç yine ‘hayır’ der. ‘O halde muhafızlarımı ve askerlerimi gördün mü ne kadar disiplinliler’, ‘hayır, onları da görmedim, şu kaşıktaki yağı dökmeyeyim diye gözümü kaşıktan ayıramadım ki bir şey göreyim’ der genç. Kral ‘O zaman şimdi bir kez daha dolaş, yine bu yağı dökmeden ama bu sefer bahsettiğim güzellikleri de gör’ der. Genç dolaşır ve kralın huzuruna gelir. Kral ‘gördün mü bahsettiğim güzellikleri’ deyince, bu kez ‘evet’ diye cevap verir genç. Fakat kral elindeki kaşığa işaret ederek ‘ama bak, yağı dökmüşsün’ der ve devam eder ‘işte hayatın anlamı kaşıktaki yağı dökmeden etraftaki güzellikleri görmektir’.
Kıssadan hisse, müminin de aklı ve gönlü her daim Rabbinin rızasında ve ahirette vereceği hesapta olmalı, ama bunu yaparken de dünyadan nasibini unutmamalı. Peygamber Efendimizi düşünün her şeyde ve her olanda Allah’ı görüyordu, her zaman aklı ve gönlü O’na bağlıydı, fakat kendisini insanlardan soyutlamadı, hayatın içindeydi ve mücadeleye devam ediyordu. Hani sûfîlerin bir düsturu vardır. “Halk içinde Hak ile beraber olmak”. Dağ başında günahlardan kaçmak kolaydır, ya şehirde öyle mi? Havuzda kayığını yürütene kaptan demezler; bilakis denizde, okyanusta gemisini hakkıyla kullanana derler.
Yağ döküldü mü gördüğümüz hiçbir güzelliğin anlamı yok. Ama gözü sadece yağa dikmek de gereksiz. Yağı dökmeden istifade edelim dünyadan.