Rabia İMAMOĞLU
ÇAĞLARI AŞAN BİR HAYKIRIŞIN HİKÂYESİ
Ateş neye hizmet eder bu hayatta? Yakmaya mı kıvam buldurmaya mı? Yanmadan kıvam bulunmaz mı? Kıvam bulmak için yanmak mı gerekir?
Ateş eğer hizmet için yola koyulmuşsa hizmeti kıvam buldurmaktır. Bu sebeple kıvam bulacak olanın önce yanması gerekir aksi halde yanmadan kıvam bulunmaz.
Toplumun “Sesimizi duyan yok mu?” çağrısına “Ben varım!” demek ve tüm sorumluluğu üstlenmek bedel ister. Bu bedel ise acıyı zerrede hissedecek kadar yanmayı gerektirir. Âkif, bu bedeli göze alıp toplumun sesi olabilmek ve bu sorumluluğu hakkıyla taşıyabilmek için yandı, yandı ve yandı. Ateş başlangıçta Akif’i yakıp kavurdu, onu çaresiz bıraktı. Nitekim Âkif’in: “Ne yapsam, neyle kurtarsam şu yatmış halkı" demesi, bu durumun göstergesiydi. Ateşin yakıcılığı zerreye ulaşınca da Âkif’in çaresizliği haykırışa, haykırışlar dev gibi bir volkana dönüştü. Bu aşamada Âkif sadece yanmadı, etrafındakileri de kılıçtan keskin sözleriyle yaktı. Yakan ateşin acısıyla Âkif: “Tükürün belki biraz duygu gelir ârımıza!” demekten kendini alamadı. Âkif’in, mermi misali beyinleri delik deşik eden sözleri, ateşin kıvam buldurma hizmetiyle dinginleşti. “Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak” sözleri bu dinginleşmenin belirtilerini saklamaktaydı. Ayrıca buradaki dinginleşme, sözün artık kılıç vasfından çıkıp bir maden ocağına dönüşmesini ifade ediyordu. Sözlerin dinginleşmesinin ardından ateş, hizmetini tamamlayarak Âkif’i olgunlaştırdı fakat Âkif’i terk etmedi. Olgunlaşan Âkif, haykırışlarındaki ateşi gönül ocağına taşıdı. Yanan ateş Âkif’in gönül ocağını aydınlattı, aydınlattıkça da değerli madenleri görünür kıldı. Toplumun sesini gür bir şekilde duyurabilmesi için Âkif’in, bu değerli madenleri işlemesi gerekiyordu. Bundan dolayı Âkif, benlik madenini işlemekle göreve başladı ve “Rükûum yerde titrerken, huşûum arşı titretsin!” diyerek benliğinin işçiliğini maneviyat ile gerçekleştirdiğini gösterdi. Âkif için maneviyat, madenlerin şekil alması ve daha değerli hale gelmesi noktasında önemli bir yer teşkil ediyordu. Âkif bu şekilde her bir madeni maneviyat ile işleyince toplumun çağrısını, asırlara hükmeden bir lisan ile duyurabilmeyi başardı. Bu başarı öyküsünde önceleri “Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizârım!” diyen Âkif, ateşin yakıcılığıyla olgunlaşıp kıvam bulduktan sonra sesini çağlar ötesinden duyurabilen yegâne lisana sahip oldu. Bizlere de başarısının öyküsü olan Âsım’ı armağan etti.
Gençlerimiz, tarih boyunca Âsım’ın sahip olduğu ruhtan uzaklaştırılmaya hatta yabancılaştırılmaya çalışıldı. Bunun için eğlenceler, oyunlar, diziler, zevkler ve tutkular sınırsız hale getirildi ve bunlar, gençlerin olmazsa olmaz ihtiyaçları olarak nitelendirildi. Bunun sonucunda gençlerimiz, özünden ve Âsım’ın sahip olduğu ruhtan uzaklaştı, uzaklaştıkça da yabancılaştı. Fakat Âkif, gençliğe olan ümidini hiçbir zaman kaybetmedi aksine Âsım’ın nesli olarak nitelendirdiği gençliğe bir değer atfetti. Bir başarı öyküsü olan Âsımla, büyük bir zaferin müjdesini ve haykırışını dile getiren Âkif, bu başarı öyküsünü sona erdirirken gençlere şu mesajı verdi: Ya Âsım olur davaya yön verirsin, ya Âsım’ın nesli olur davayı devam ettirirsin. İşte, gençlerimize kurulan oyunları ve ağları paramparça edecek yegâne güç bu dizelerde saklı. Bugün bizler, Âkif’in armağanını kitapların sayfalarına değil, gönül defterimizin sayfalarına kaydedersek Âsım’ın taşıdığı ruhun gücüyle dünyaya nizam verenlerden olma yolunda büyük bir adım atmış olacağız.
RABİA İMAMOĞLU